Müziğin dışımda kalmış bir
dilimi bu. Nadiren sınırlarımı denemek için kulak verdiğim, verdiğim gibi de
geri aldığım. Akustik alışkanlıklarımın dışına çıkmaya fazla da yeltenmediğim
haritasız bir coğrafya.
İdi. Düne kadar.
Bu iş için bir araya gelen Islak Köpek grubunun akşamına gittik.
Eski bir apartmanın küçük ikinci kat kahvesinde, akşamın bir vakti.
İçeri girdiğimizde başlamışlardı. Genç genç dinleyiciler kulak kesilmiş.
Oturduğum yerden sahneciğin yarısını görebiliyordum. Karmakarışık kordonları, fıldır fıldır ibreleri, renkli ekranlarıyla irili ufaklı elektronik aletleri, kayıt yapan dizüstü bilgisayarını. Gitarist ve sazı kucağında, derin bir tefekküre gömülmüş görünen saksofoncuyu. Loşlukla da çevrili, kaykıldım polyester kaplı kanepeye. Oradan da dosdoğru seslerin içine..
"Anlamak" dediğimiz, denk düşmüş bir karşılaşmadan ibarettir belki. Ardından da anlaşılan şeyle birlikte titreşmek.
Öyle oluverdi!
Ne yaptıklarını birden anladım. Görünmeyen aralıklardan gıcırtılarla geçmeye, iniltilerle kapatıldıkları deliklerden çıkmaya çalışan, uçuşan, kalan, sürünen, dar bir kanalda akmaya bakan bu seslerin neyin peşinden gittiklerini ilk kez teorik olarak değil, fiziksel olarak bildim.
At melodiyi, grameri, armoniyi. Bildik kuralları. Hammaddeyi al. Sırf ses. İletişimi sıfırdan başlayarak kur. Ses şiddeti, dokusu, tınısıyla sırf.
Çıplak hissediş.
(Bu, tiyatrocuların anlamsız kelimelerle duygu iletme egzersizlerini de hatırlatmıyor değil. Sadece flixtt-jtayku-lulallo gibi seslerle öfkeyi anlat bana, şefkati, köşeye kıstırılmışlığı, freniyle gazına aynı anda basılan motor karşılığı engellenmiş atılım duygusunu. Ama burada iletilen duygu değil; çırılçıplak, güzelleştirilmemiş ses.)
Oturmuş kuralların yokluğuyla müzik-öncesi. Aranıp bulunanın işitme ve işittiğine karşılık verme olmasıyla yine de müzik.
Anlayınca çok derin bir haz aldım.
Ama bu tür (belki de her tür) karşılaşma, sörfçü ile dalgası gibi; dalgayı doğru açıda yakalayınca gücü becerinize katılıyor. Ters açıdan, yanlış zamanda girmeye kalktığınızda o sizi altına alıp silindirinden geçiriyor.
Asap bozucu, kulak tırmalayıcı bir saçmalık o vakit. Alay edildiği duygusu. Sabır sınavı. Düş kırıklığı.
Tersindeyse deşifre edilen Rosette Taşının verebileceği bir tamamlanmışlık hissi.
Üç kişiydik. Birimiz dalganın altında, birimizin her türlüsü kabulü, diğeri üzerinde.
Ses deneyleri de böylece üç farklı kaba dökülmüş oldu. Kaplardan biri doldu, diğeri boşaldı, üçüncüsü Bektaşi kadehi gibi hızla baş etrafında çevrildi; onu dolduran, birlikte vakit geçirmenin ilave sesler olsun olmasın hoşluğuydu..
İdi. Düne kadar.
Bu iş için bir araya gelen Islak Köpek grubunun akşamına gittik.
Eski bir apartmanın küçük ikinci kat kahvesinde, akşamın bir vakti.
İçeri girdiğimizde başlamışlardı. Genç genç dinleyiciler kulak kesilmiş.
Oturduğum yerden sahneciğin yarısını görebiliyordum. Karmakarışık kordonları, fıldır fıldır ibreleri, renkli ekranlarıyla irili ufaklı elektronik aletleri, kayıt yapan dizüstü bilgisayarını. Gitarist ve sazı kucağında, derin bir tefekküre gömülmüş görünen saksofoncuyu. Loşlukla da çevrili, kaykıldım polyester kaplı kanepeye. Oradan da dosdoğru seslerin içine..
"Anlamak" dediğimiz, denk düşmüş bir karşılaşmadan ibarettir belki. Ardından da anlaşılan şeyle birlikte titreşmek.
Öyle oluverdi!
Ne yaptıklarını birden anladım. Görünmeyen aralıklardan gıcırtılarla geçmeye, iniltilerle kapatıldıkları deliklerden çıkmaya çalışan, uçuşan, kalan, sürünen, dar bir kanalda akmaya bakan bu seslerin neyin peşinden gittiklerini ilk kez teorik olarak değil, fiziksel olarak bildim.
At melodiyi, grameri, armoniyi. Bildik kuralları. Hammaddeyi al. Sırf ses. İletişimi sıfırdan başlayarak kur. Ses şiddeti, dokusu, tınısıyla sırf.
Çıplak hissediş.
(Bu, tiyatrocuların anlamsız kelimelerle duygu iletme egzersizlerini de hatırlatmıyor değil. Sadece flixtt-jtayku-lulallo gibi seslerle öfkeyi anlat bana, şefkati, köşeye kıstırılmışlığı, freniyle gazına aynı anda basılan motor karşılığı engellenmiş atılım duygusunu. Ama burada iletilen duygu değil; çırılçıplak, güzelleştirilmemiş ses.)
Oturmuş kuralların yokluğuyla müzik-öncesi. Aranıp bulunanın işitme ve işittiğine karşılık verme olmasıyla yine de müzik.
Anlayınca çok derin bir haz aldım.
Ama bu tür (belki de her tür) karşılaşma, sörfçü ile dalgası gibi; dalgayı doğru açıda yakalayınca gücü becerinize katılıyor. Ters açıdan, yanlış zamanda girmeye kalktığınızda o sizi altına alıp silindirinden geçiriyor.
Asap bozucu, kulak tırmalayıcı bir saçmalık o vakit. Alay edildiği duygusu. Sabır sınavı. Düş kırıklığı.
Tersindeyse deşifre edilen Rosette Taşının verebileceği bir tamamlanmışlık hissi.
Üç kişiydik. Birimiz dalganın altında, birimizin her türlüsü kabulü, diğeri üzerinde.
Ses deneyleri de böylece üç farklı kaba dökülmüş oldu. Kaplardan biri doldu, diğeri boşaldı, üçüncüsü Bektaşi kadehi gibi hızla baş etrafında çevrildi; onu dolduran, birlikte vakit geçirmenin ilave sesler olsun olmasın hoşluğuydu..
*
(Eski bir yazı, Mayıs 2010’dan. Ama şu sıralar da dahil
olmak üzere her seferinde yeni bir ışık altında ve farklı bir bağlamda döne
döne farkına vardığım birkaç şeyle ilgili olduğundan blogda da olsun istedim.)