Civarda irili ufaklı, kolay kira gelirine açgözlülükle
alelusul kondurulmuş yazlık öbeklerinin artışıyla “bizim” site, ecrimisil (ne
kelime!) bedelini ödediği plajlardaki hakkını canla başla
korumaya girişti. Şezlongların büyük çoğunluğu artık boş da olsa (Eylül’ün ortasındayız) dışarıdan
gelen birileri oturduğu an başlarında sitenin adı basılı fosforlu
yeleğiyle bir görevli bitiyor ve onları kibarca oradan kaldırıyor.
Bu sıkı uygulamanın sitenin “açık” üyelerinin
şikayetinden kaynaklandığını gözlemliyorum. Kamusal alanlarının hızla renk
değiştirmesine (sözcüğün her anlamında) son bir cılız direniş. Ahalinin,
halkın, “kapalıların” nüfuzu önlenmeye çalışılıyor ama nafile.
“Onlar” artık sadece çeperde değil. Site içindeki
varlıklarıyla “bizi” şimdiden azınlığa itmiş durumdalar.
Kafamı şöyle bir kaldırıp etrafıma bakıyorum. Biraz
ötedeki iki üç şezlong grubundaki birkaç kişiyle birlikte çepeçevre, rengarenk
haşema topluluğuyla kuşatılmış olduğumu görüyorum. (İkinci kuşak haşemalar
bunlar. Su geçirmiyor, dolayısıyla vücuda yapışıp kuşananı çıplaktan beter
etmiyorlar. Moda oraya da uzanmış; desenlileri, şık tünik biçimlileri var.)
Bu arada kadınlarıyla defalarca göz göze geliyorum.
Karşılıklı birbirini tartan, yargılamanın sınırında bakışmalar.
Örtünmede kullanılan kumaş miktarına, biçimine kodlanmış
ve karşı karşıya gelen zıt gerçeklikler, yaşam okumaları.
Çocukların kesintisiz tiz çığlıklarına, suda yankılanan
bağrışlara karşı balmumu kulak tıkaçlarını biraz daha derine iterek bir yandan
da Raymond Geuss’un Kamusal Şeyler Özel
Şeyler’ini okuyorum. İlkçağ, Roma, Augustinus düşüncesi ve liberalizm
boyunca bize şimdi doğal ve evrensel gelen kamu-özel ayrımının hiç de öyle
olmadığını, değişen koşullarla ortaya çıkıp biçimlendiğini gösteren evrimine
göz atmak tepkileri(mi) askıya almayı kolaylaştırıyor.
Liberalizmin benimsediğim kamu-özel ayrımının sınırları neler?
Yakın bir geçmişe kadar benzerlerimin hükmünde olan
görünürlüğe şimdi “ötekilerin,” üstelik kayda değer bir özgüvenle dalışlarıyla
duyduğum irkilmenin temelleri ne?*
Kendilerine benzemem için baskı yapacakları korkusu?
(Peki ama ya ait göründüğüm bu tarafın onlara karşı tavrı
neydi? Görünürlüğe sahip çıkmak ve benim gibi görünmüyorsan gözümün önünden
kaybol demeye getirmek değil mi? Buna eşlik eden aşağısamayı, değersizleştirmeyi
saymıyorum bile. Rollerin değişmekte oluşu, sırf bu aynalama için bile olsa
yaşamaya değer geliyor.)
Böyle bir baskı hiç olmayacak olsa tepkim nasıl
değişirdi?
Onlar haşemalı, ben bikinili, yan yana, sadece görünürde
değil, asıl kendi içlerimizde tam bir kabul, dolayısıyla barış içinde var
olabilir miydik?
Bu kadar uzun bir geçmişe dayalı saflaşma ve egemenlik
ilişkilerinin tersine çevrilmesi iyimser olmayı en azından kısa vadede
güçleştiriyor.
__________
*Bu özgüvenin bariz bir zenginleşme içindeki kesimle
sınırlı olmadığını gözlemlemek ilginç. Alt tabaka da sığıntılık hissini geride bırakmış görünüyor. Özgüvenin
yükselişi, makarna-kömürle satın alındıkları, bunların zaten Aziz Nesin’in o
ünlü güruhundan ibaret oldukları vs kör tekrarlardan çok daha açıklayıcı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder