Foto çekişim bugün iki kere insanları huylandırdı.
İkincisi buydu, amcamın apartmanının dış cephesinde hareketi nefesimi
kesen şu badana döküğü. Baktıkça kuşlar oldu uçuştu, çeşitli ruh
hallerine denk geldi. Telaşı gördüm, başka türlü dışa vurulamayan kızgınlıkların, içten içe kaynamaların infilakla yüzeye vuruşunu..
İkincisi buydu, amcamın apartmanının dış cephesinde hareketi nefesimi
kesen şu badana döküğü. Baktıkça kuşlar oldu uçuştu, çeşitli ruh
hallerine denk geldi. Telaşı gördüm, başka türlü dışa vurulamayan kızgınlıkların, içten içe kaynamaların infilakla yüzeye vuruşunu..
“Bayan!” diye ünledi bir süre sonra asabi bir ses, “NEYİN resmini
çekiyorsunuz?! Sahibi, "apartman görevlisi" gibi bir mevkide görünüyordu.
Dalıp gitmiş, laflara dönmeye hazır değildim, gayet anlaşılır şeymiş gibi "Çok hoş bir hareketi var da, onu" dedim. Ses sustu ama Alice'in kendinden sonra sırıtışı kalan kedisi misali, şimdi bir de kafa karışıklığının eklenmiş olacağı asabiyetini hissetmeye devam ettim.
İlki de babamı götürdüğüm
fizik tedavi merkezindeydi.
Düzgün, özenli bir yer.
Normal. Ama ah o (hemen girişte mekana ve içine aldığı her şeye hakim büyük boy
portresiyle kurucusunun adıyla soyadından devşirilmiş) ismi! Du-Çe.
Duçe, bir lahzada çağrıştırdıklarıyla paralel bir alem açtı. Gördüğüm,
işittiğim ne varsa aslından koparak bunun çekiminde giderek tuhaflaşan bir
resmin parçaları oldu.
Binip binebileceğim en
yavaş asansörde yerin iki kat altının düğmesine bastım. Başka bir gerçekliğe
nakilde bu kadar gerçeküstü bir ağırlıktan daha etkilisi olsa olsa ışık hızı
olurdu.
Zaman durmuştu. Kapı,
yaradılışın ilk anına layık bir zaman dışılıkla açıldı.
Açık renk uzun, geniş,
yüksek tavanlı bir salona çıktık. Karşılıklı uzanan perdeli bölmelerin önünden geçtik.
Sessizlik, gerçek gerçekliği ancak bir katık eden hayalimde ürkütücülüğü
derinleştiriyor, orada burada gördüğüm seyyar “tensleri,” sinirlere uyarım
veren tedavi cihazlarını manyetolu işkence aletlerine dönüştürüyordu. (Üzerlerinde
pas ve kan lekelerini bile görmeden görmekteydim artık.)
Perdelerden birinin
hışımla açılmasıyla ardındaki kabinden başrol oyuncumuz da sahneye fırladı.
Orta yaşlarda, kısa boylu, tuttuğunu koparacak, hızını alamayıp bir de kündeye
getirecek, belli ki kıdemli, otoritesi okkalı bir hanım.
Babam, işitmeyenlere özgü
ayarsız sesiyle beni yerin bir kat daha altına indiren bir işitilirlikle ayy,
dedi gülerek, “Bundan korktum ben!”
Aslında ben de ama bunca
manyetolu aletin, duvarlardaki tutamaklı egzersiz çemberlerinin vs arasında
uluorta söylenecek şey miydi bu.
Hemşire Diesel.. karakteri aklımda pırpır etti. Bir iskemleye
çöktüm ve muamele tamamlanana kadar gözlerimi duvardaki pütürlere iliştirip meditasyon
yaptım.
*
Bugün Hemşire Diesel’in
bambaşka bir günüydü. Güler yüzle hatırlarımızı sordu. Babamın kırık koluna
jeller fışkırtırken cesaretimi toplayıp fotograflarını çekme izni istedim. “Uzaklardaki
kardeşim için.”
Bu aslında, yeri isminin
ötesindeki normalliğe geri çevirip çeviremeyeceğime bakmak üzere
başka fotograflar çekerek önüme
koymanın girizgahıydı.
Kalktım. Salonun dip
tarafındaki loş, boş odaların önünden geçerek asansöre kadar gitmeden dönerek
yeryüzüne çıkan merdivene yöneldim.
Girişteki elektrikli sebilde
ince şeffaf plastik bardağa sıcak su koyup poşet çayla dışarı, günışığına
çıkarken, elimde değil, bir kez uyanıp gemi azıya almış paralel gerçeklik hâlâ
heyecanla titreşmekte, baktığım her şeye o benzersiz gerilimini katmaktaydı.
İnce plastik bardağı taraçada
güneş altındaki masaya bıraktım. Güneş, çayın kızıl gölgesinden galaktik bir
patlama ya da akkor halinde tungsten telleri misali geçti. Kulağıma canhıraş
bir Jimi Hendrix solosu gibi gelen vahşi güzel bir görüntü.
Bir çeyrek saat kadar
sonra yeraltına yeniden indiğimde çığırından iyice çıkmış paralel alemimin
hınzırlığıyla geniş, ne olduğu hiç anlaşılmaz, çok çiğ ışıklı bir mekanın daha
fotografını çekiyordum ki “Hayrola?” diye bir ses yükseldi. Hop dedik ile dur
bakalım arası bir tondu. “NEYİN resmini çekiyorsunuz?”
Anlaşılan bu soru beni
hazırlıksız yakalıyor. Verebildiğim cevap şu oldu:
“Hiç. Hiçbir şeyin. Ben
saçma şeylerin fotografını çekmeyi çok severim de..”
Kabul etmeli, tuhaf bir karşılıktı. Belki o manyetolu cihazlardan birine de beni bağlamak
istemişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder