William Powers, Hamlet’s
Blackberry’de dijital çağın sıkılaşan sanal bağlantı ağını taraf ya da karşı
olmadan iyisi kötüsüyle ele alıyor.
Nicelikçe kazandıklarımızla (daha hızlı, daha fazla)
nitelikçe kaybımızı (derinlik) yan yana koyuyor ve dizginleri ele alıp sağlıklı
bir denge tutturmanın yollarını araştırıyor. Kalabalığa karışma ile kendine
çekilme, derinleşme, özgünleşme, demlenme, pişmenin nasıl dengelenebileceğine
bakıyor.
Varoluşsal soruların zaman ve yerden bağımsızlığına
dayanarak Plato’dan başlayıp Seneca’dan, Gutenberg’den, Shakespeare’den, Thoreau ve McLuhan'dan medet
umuyor ve buluyor da: Kalabalığın keşmekeşinde kendimize nasıl yer açabilir,
asıl doyumu bulabileceğimiz tek yere, içimize inebiliriz?
Gutenberg’in hikayesi özellikle hoşuma gitti.
1432’de Aachen. Hıristiyanlık dünyasının en kutsal
emanetlerini (çocuk İsa’nın, kundak bezleri, Meryem’in giysileri, Vaftizci
Yahya’nın kesik başının sarmalandığı çaput..) barındıran kentin ünlü katedrali
Ortaçağ’ın büyük hac merkezlerinden. Kutsal emanetin mucizevi etkilerinden
yararlanmak isteyen hastalar, dilek sahipleri şehre akın ediyor. Kilise
yetkilileri başta emanetlere dokunulmasına izin verirken kalabalığın olağanüstü
artışıyla dokunmayı yasaklıyor, nesneleri yedi yılda bir iki haftalığına
göstermekle yetiniyor.
Bu büyük olaya her sınıftan binlerce
insan yaya, at arabasıyla, katır sırtında dalga dalga geliyor. Bir seferinde
kalabalığa dayanamayan bina göçüyor. Onun üzerine emanetler katedralin dışında
kurulan bir platformdan gösterilmeye başlıyor.
Yolculuğu nafilelikten kurtarmanın yolu inancın biraz
törpülenmesiyle bulunuyor. Kutsal nesnelerin şifa etkisini görünmez dalgalarla
ilettiği inancı yaygınlaşıyor. Onlardan yayılan dalgaların tam karşısında
olmanız bunun için yeterli.
Ama kalabalık, görünmez dalgalar için bile kesintisiz
yayılamayacakları kadar büyük. Çözüm, dalgaları yakalayacak ufak, dışbükey aynalarda
bulunuyor. Aynalar metalden, çoğu da desenlerle bezeli, rozet gibi takılabileni
de var. Bunlardan edinen hacıya düşen, aynayı kutsal nesnelere tutmak. Aynanın
neşriyatı yakalamakla kalmadığı, kutsal enerjiyi sakladığı da inanca ekleniyor.
Böylece aynasını şifa dalgalarıyla şarj eden, çok sonraları bile yararını
görmeye devam edecektir.
Böyle güçlü bir inançla yüklenen aynalara talep patlıyor.
Yerel lonca üretime yetişemeyince civardan da destek alınıyor ama o da
yetmiyor.
Gutenberg işte o zaman ortaya çıkıyor. Ve aslı şarap ile
zeytinyağı üretiminde kullanılan presleri seri ayna üretimine uyarlıyor. Üç de
finansör bulup gelecek hac ziyaretine 32 bin ayna imal etmeyi planlıyor.
Powers, Aachen’a hac yolculuğu için “amacı içsel olan dışa
yönelik bir seyahat” diyor; kutsal emanetlerden yayılan spiritüel enerjiyi
bedenleri ve ruhlarına çekip eve dönmek.
Ve devam ediyor: Aachen Katedralinin etrafındaki
kalabalık bizim dijital kalabalığımızdan birçok açıdan farklı olsa da ortak bir
noktaları da yok değil. İçsel amaçlarımızın peşinde biz de “İsa-fonlarımızı”
kullanarak görünmez sinyalleri yakalamaya çalışıyoruz. Ve kalabalık birer birer bizim de önümüzde bir engel.
Gutenberg’in ayna projesinde elde ettiği sonuç bilinmiyor
ama bu girişimci adam teknolojiyi kullanarak kişinin kalabalıktan sıyrılmasının
bir yolunu daha, bu kez matbaayı icat ediyor.
Böylece o zamana kadar (elyazması kitapların ve
okuryazarlığın az bulunur olması nedeniyle) sesli, gürültülü, kalabalık, sosyal
bir olay olan okuma içe dönük, özel, bireysel bir edim haline geliyor.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder