16 Mayıs 2014 Cuma

GUTENBERG'İN CEP AYNALARI

William Powers, Hamlet’s Blackberry’de dijital çağın sıkılaşan sanal bağlantı ağını taraf ya da karşı olmadan iyisi kötüsüyle ele alıyor.

Nicelikçe kazandıklarımızla (daha hızlı, daha fazla) nitelikçe kaybımızı (derinlik) yan yana koyuyor ve dizginleri ele alıp sağlıklı bir denge tutturmanın yollarını araştırıyor. Kalabalığa karışma ile kendine çekilme, derinleşme, özgünleşme, demlenme, pişmenin nasıl dengelenebileceğine bakıyor.

Varoluşsal soruların zaman ve yerden bağımsızlığına dayanarak Plato’dan başlayıp Seneca’dan, Gutenberg’den, Shakespeare’den, Thoreau ve McLuhan'dan medet umuyor ve buluyor da: Kalabalığın keşmekeşinde kendimize nasıl yer açabilir, asıl doyumu bulabileceğimiz tek yere, içimize inebiliriz?

Gutenberg’in hikayesi özellikle hoşuma gitti.

1432’de Aachen. Hıristiyanlık dünyasının en kutsal emanetlerini (çocuk İsa’nın, kundak bezleri, Meryem’in giysileri, Vaftizci Yahya’nın kesik başının sarmalandığı çaput..) barındıran kentin ünlü katedrali Ortaçağ’ın büyük hac merkezlerinden. Kutsal emanetin mucizevi etkilerinden yararlanmak isteyen hastalar, dilek sahipleri şehre akın ediyor. Kilise yetkilileri başta emanetlere dokunulmasına izin verirken kalabalığın olağanüstü artışıyla dokunmayı yasaklıyor, nesneleri yedi yılda bir iki haftalığına göstermekle yetiniyor.

Bu büyük olaya her sınıftan binlerce insan yaya, at arabasıyla, katır sırtında dalga dalga geliyor. Bir seferinde kalabalığa dayanamayan bina göçüyor. Onun üzerine emanetler katedralin dışında kurulan bir platformdan gösterilmeye başlıyor.

Yolculuğu nafilelikten kurtarmanın yolu inancın biraz törpülenmesiyle bulunuyor. Kutsal nesnelerin şifa etkisini görünmez dalgalarla ilettiği inancı yaygınlaşıyor. Onlardan yayılan dalgaların tam karşısında olmanız bunun için yeterli.

Ama kalabalık, görünmez dalgalar için bile kesintisiz yayılamayacakları kadar büyük. Çözüm, dalgaları yakalayacak ufak, dışbükey aynalarda bulunuyor. Aynalar metalden, çoğu da desenlerle bezeli, rozet gibi takılabileni de var. Bunlardan edinen hacıya düşen, aynayı kutsal nesnelere tutmak. Aynanın neşriyatı yakalamakla kalmadığı, kutsal enerjiyi sakladığı da inanca ekleniyor. Böylece aynasını şifa dalgalarıyla şarj eden, çok sonraları bile yararını görmeye devam edecektir.

Böyle güçlü bir inançla yüklenen aynalara talep patlıyor. Yerel lonca üretime yetişemeyince civardan da destek alınıyor ama o da yetmiyor.

Gutenberg işte o zaman ortaya çıkıyor. Ve aslı şarap ile zeytinyağı üretiminde kullanılan presleri seri ayna üretimine uyarlıyor. Üç de finansör bulup gelecek hac ziyaretine 32 bin ayna imal etmeyi planlıyor.

Powers, Aachen’a hac yolculuğu için “amacı içsel olan dışa yönelik bir seyahat” diyor; kutsal emanetlerden yayılan spiritüel enerjiyi bedenleri ve ruhlarına çekip eve dönmek.

Ve devam ediyor: Aachen Katedralinin etrafındaki kalabalık bizim dijital kalabalığımızdan birçok açıdan farklı olsa da ortak bir noktaları da yok değil. İçsel amaçlarımızın peşinde biz de “İsa-fonlarımızı” kullanarak görünmez sinyalleri yakalamaya çalışıyoruz. Ve kalabalık birer birer bizim de önümüzde bir engel.

Gutenberg’in ayna projesinde elde ettiği sonuç bilinmiyor ama bu girişimci adam teknolojiyi kullanarak kişinin kalabalıktan sıyrılmasının bir yolunu daha, bu kez matbaayı icat ediyor.

Böylece o zamana kadar (elyazması kitapların ve okuryazarlığın az bulunur olması nedeniyle) sesli, gürültülü, kalabalık, sosyal bir olay olan okuma içe dönük, özel, bireysel bir edim haline geliyor.

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder