Uyandığımda BU sabah kim olduğumu şöyle bir yokladım.
Dünkü ışıl ışıl keyif yerini bulanık bir kapalılığa bırakmış. Enerjinin, onunla birlikte zamanın “Buyur, tepe tepe kullan!” diyerek önümde uzanıp gittiği hissi, geride bir kimsesizlik, hiçlik duygusu bırakarak çoraklaşmış, kurumuş.
Bir şey diyecek olsa yaklaşmayın, dokunmayın, hiçbir şey istemeyin! daha iyisi, beni deve gibi çöktüğüm şu ana bırakın, öleyim diyecek bir duygu.
Ağız tadı, bereket algısı ve açıklık kadar bu kapanıp kararma da sayısız etkinin "aynı" beden çanağında oluşturduğu öngörülmez, tarife de gelmez bir kokteyl.
Neyse ne! deyip asık suratlı bedenimi terliklere geçirdim, önümde beton bir duvar gibi yükselen güne ayak sürüdüm.
Hayret! Donukluk kıpır kıpırlıkla iç içe olabiliyor. Yönsüzlük, amaçsızlık ile sönen irade, dikkati oradan oraya zıplatıyor. Ele alınan hiçbir şeyin sonu gelmiyor. Bir süre sonra insan alabildiğine gücenik, çöküp kaldığı yerde felç olana dek düğümü çözülmüş uçan balon gibi kendini oradan oraya atıyor.
Dışından bakamadığım, sahici bir iç huzurla seyircisi olamadığım bir kıvam. Macunsu yoğunluğuna sinek gibi düşüp kıvranıyorum. Özdeşleşiyor, hayata bunun ardından bakıyor, haliyle zerrece haz etmiyorum.
Şeridin görünürde içe döndüğü, gerçekte asıl içten uzaklaştığı dışa kapanma anları bunlar. İçindeyken insana zamanın akışını unutturan, temelli gibi gelen nahoş bir patinaj.
Neyse ki unutulsa da elbette devam eden akış, bu sevimsiz kokteyli tezgahtan kaldıran barmen çevikliğiyle “müşterinin” ertesi sabah bulacağı öngörülmez, tarife de gelmez yeni bir kokteyl karıyor.
*
Günden güne geçiş, parmağın Mobius şeridi boyunca kesintisizce gezdirilmesi gibi. Bir içte bir dışta, bir siyah bir beyaz. Zıt, ayrı görünen, aslında tek bir sürekliliğin geçicilikleri.
*
İnsan bunu, dizili anlar yerine dizildikleri şeritle özdeşleşmeyi sinek gibi debelendiği anlarda hatırlasa ya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder