6 Mayıs 2012 Pazar

HAZIRLIK

Gün güneşle başladı. Doğalı iki saat olmamış, kalktım. Sarı-turuncu taptaze ışığına, kirlenmemiş sessizliğe daldım. Yağmurları içe kuruya yumuşamış toprağa basa basa Flamingo tepesine çıktım. Kamışlar, yabani arpalar, maki ve kalan gelincikler arasından dolanıp uçurumun kenarında dikildim. Koyağın yamaçlardan yansıyan ağaçlarla yeşeren sığlığını seyrettim.

Dönüşte beni bekleyen patırtıya, dikkatimi eski bir pazen gibi cayır cayır yırtacak, parçalayacak haykırışlara, inşaat gürültülerine hazırlanmaya başladım.

Sesleri kazındıkları belleğimden teker teker çıkardım, birbirlerine ekleyerek canlandırdım. Piknik sandalyesine oturup ayaklarını verandanın korkuluğuna uzatan kendimi sahneye ekledim. Dikkatim bölündükçe tırmanan kızgınlıkla başımı kitaptan kaldırıp jiletleşen bakışlarımı inşaata çevirişimi hayal ettim. Kah dünya etrafımda dönsün isteyip kendimi kah bencil kah mağdur kah yekten çaresiz hissederek reçel gibi köpürüşümü..

Hafızayı emrine koştuğum hayal gücünü ince ince işleyerek beni bekleyene karşı duyarsızlaşmaya baktım.



Öğleye doğru, ayaklarımı uzattığım yerden inanamayan kulaklarımı ara ara kaldırıyordum. Ama gerçekten! Gelmediler.

*

Rakıyı da devirip keyifle yattığım siestadan kalktım.

Gelmişlerdi!

Beklediğinin ya hiç ya da öngördüğün vakitte olmayışıyla hayatın hazırlıkları böyle hiçleştirmesine ben yine de bayılıyorum. Sağ gösterip sol vuruşuna.

Bükemediğim bilek karşısında ağzım yine kulaklarıma vardı.

İnsana kurgusuna göre kendini ya onu çok aşan büyük bir zeka ya da zekadan hepten yoksun kör bir rasgelelik karşısında hissettiriyor.

Tekrar tekrar hatırlattığı şey de öngörebileceğin tek şeyin öngörülmezlik olduğu.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder