Zihin, el yordamıyla ilerleyip yapışacağı şey arayan bir ahtapota benziyor. Öyle çalışıyor. Fikir, duygu, inanç, saplantı, takıntı, nefret, heyecan.
Bulup yapıştı mı canını dişine taktığı gibi bundan ne gerçeklikler, uğruna ölünesi varlıklar, ateşinde kavrulacağı tutkular yaratıyor. Sürdüğü sürece varı yoğu yapıştığı, beslenerek beslediği bu şey oluyor. Sanırsın geçiciliği bu kez kündeye getirmiş, kalıcı olana ulaşmış. Değişmezliğe. Kılıcını eh nihayet zamanın ejder sırtına saplamış, ölümsüz olana ayak basmış!
Kumaş faresiyle oynayan kedi gibi (oynadığını gerçek bilmesi bir yana bırakılacak olursa) avını havalara atıp tutuyor. Etrafına kıvrılıp yerde taklalar atıyor. Dişlerini orası burasına geçiriyor. Sevinçler, coşkular, umut, düş kırıklıkları, öfke. Varını yoğuna katıp ortalığı ayağa kaldırıyor.
Sonra bitiyor. Vantuz, yapışacağı yeni şeye kadar boşalıyor.
Daha düne kadar ölüp bittiği şey yerini öbür güne kadar ölüp biteceği şeye bırakıyor.
Bunu böyle görmek, kukla tiyatrosunun sahnesini kuklacı görünecek şekilde genişletmek gibi biraz. Oyunun, kendini kaptırmanın zevkini kaçırmak gibi gelse de aslında daha geniş bir oyunun yeni tadını veriyor. Uyumak yerine uyanmaya başlamanın.
İşaret ettiği yerine parmağa bakmak her zaman yanlış değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder