Yeni, yepyeni bir icadın tanıtım videosunu seyrettim: 6. duyuyu geliştirmek demişler adına. Başınıza takacağınız bir kamera, boynunuza asacağınız cep telefonu-bilgisayarcık, parmaklarınızdan birkaçına geçireceğiniz sensorlardan oluşan (ileri kuşaklarında iyice ufalıp şıklaşacağı vaat edilen) bir donanımla çıkıyorsunuz sokağa. Baktığınızı sizinle birlikte algılıyor bu yeni mucize. Fotografını çekmek istediğiniz bir şey mi karşınıza çıktı, yüksük biçimli sensorları geçirdiğiniz parmaklarınızla kadraj alır gibi yapmanız yeterli; gerisini bu hareketin “foto çek!” komutu olduğu belletilmiş donanımınız hallediyor. Çekim yapılıyor. Yansıtmak için ekrana bile ihtiyacınız yok, bulduğunuz ilk boş yüzeye yansıtıyor, oradan dilediğiniz gibi kesip biçip (sensorlu parmaklarınızla) oynuyorsunuz çekimlerinizle.
Mutfak alışverişinizi yaparken almayı düşündüğünüz ürünü donanıma “göstermek” yeterli; önceden belirlenmiş ölçütlerinize göre (ekonomik-çevreci-dayanıklı vb) sizin için notunu veriyor ve mal üzerine yansıtıyor.
Kullanım alanları böylece uzayıp giden bir parlak keşif daha.
Arkasındaki dâhiyi ayakta alkışlıyor heyecan dolu sesler çıkaran izleyiciler. Bu ve benzerlerini edinebilme telaşı uykularını kaçırmazsa düşlerine girecek yeni bir “olmazsa olmaz.”
Üretimine katılmadığım şeylerin tüketimi beni yoksullaştırıyor mu, zenginleştiriyor mu? Bu çağda üretimine doğrudan katılabildiğim kaç şey olabilir, doğru. Sorduğum, dengenin giderek sırf tüketici yana doğru bozulması. Tükettiğimden olsun dişe gelir bir şey üretemez olmak. Üretemedikçe doyumu daha da fazla tüketimde aramak. Sekiz yönden çılgınca bir hızla burnuma uzatılan birbirinden leziz havuçlara hamle ederken neyi kaçırıyorum?
İpin ucundaki kukla olduğuma uyandığımda ne yapabilirim?
Üretemiyorsam hiç değilse tüketimime karar vermek bir başlangıç olabilir mi?
Kendimi arzulatılmaya bırakmak yerine durup iki dakika gerçekte neye ihtiyacım olduğunu düşünmek, seçimimi de ucu açık parlak vaatler yerine buna dayandırmak (cep telefonumdan yumurta da çırpmasını, bilgisayarımın hiçbir zaman kullanmayacağım özelliklerle dolu olmasını beklememek vb)?
*
Çok yakın bir geçmişte Thoreau’nun Walden’ını bu çağda yazamayacağını düşünüyordum. Kullandığımız teknolojinin algılama biçimimizi geri dönüşsüzce değiştirdiğini. Zaman algımızın, yoksunluk tanımımız, oyalanma ihtiyacımız, hayattan tatmin olma yetimizin bir daha eskisi gibi olmayacağını. Geçmişe biraz da burun kıvırarak, çok kanallı beyinler haline geldiğimizi.
Ama işleyişi hâlâ evrim takvimini izleyen beyinlerimiz değişti mi, yoksa sel sularına kapılıp gidişe umutsuzca ayak uydurmaya mı çalışıyor sadece?
Kavrayış hızı şartlı refleks marifetiyle artan aklımla daha mı zekiyim? Bir oyun daha öğretilen evcil hayvana mı benziyorum daha çok?
Walden’ın Thoreau’sunu bu çağın tadına bir kez vardıktan sonra (ne demezsiniz!) getirip ormanın ortasına bıraksalar, uyaran açlığından (ya da bağımlılığının yoksunluğundan) ölür giderdi diyordum.
Şimdiyse dediğim, acaba? Neyle nasıl, ne kadar besleneceğime hâlâ karar verebilir miyim?
Çağı yakalamak derken kendimi, insanı kaçırmamak için.
eline diline saglık ne guzel yazmışsın
YanıtlaSilsenin gibi yazarların olduğu bir gazete isterik...
YanıtlaSil