Şeylere isim takmaya can atmak da önüne gelene sahip olmayı arzulamak kadar kötü neredeyse, diyor Edward Abbey döne döne okuduğum kitabında. Biraz aşağıda ekliyor:
Hoş Rilke, şair gelip de onları adlandırana dek şeylerin hakikaten varolmadığını söylemişti.
Su zambağının umurunda değildir ona hangi dilde ne isim verildiği. Gölün. Kaz ya da Olympos denilmiş dağın. Seksen bilmem kaç santimlik plazma ekranın –varsa bir umurları.
Sorun, umuru olanda, insanda.
Ad verilmek, fark edilmek, sesi duyulmak, yer açılmak.
Bir eşik bu. Sınırlardan yoksun bir varlık çorbası oluştan belirgin bir kimliğe, özelleşmeye geçiş.
Ama bir de şu var ki, verilen ad, çoğu zaman kalınlığı mevsimine uymayan yorgan gibi.
Bana bir kimlik bahşediyor da, bu bazen üstüme basıyor, terletiyor. Bazen de pek az geliyor, ürpertiyor.
(Edward Abbey, Desert Solitaire)
Yeni gördüm yine 12'den vurmuşsun kardiş.
YanıtlaSil