Yelken direği ne kadar yüksekse teknenin salması da o oranda uzamalıymış ki biri bir yana yattığında diğerinin karşı tarafa meyletmesi dengeyi korusun.
Ufkumun karardığı kolaylıkla açılışını buna benzetirim.
Gerçi sanki zamanla yelken direğim kısalırken salma
uzuyor, bu da günlerin kısalması gibi oluyor. Karanlıkta daha çok vakit
geçiyor.
Hemen dış koşullar sayılıp dökülebilir, hâl / karamsarlık
geçerli, haklı, hatta gerekli, dolayısıyla saygın gösterilebilir. Ama algı,
zihnin işleyişi, gerçeklik inşası gibi şeylerin gözlemine değer vermiş biri
öyle yapmaz.
Çünkü karanlığın da aydınlığın da el örgüsü olduğunu
görmüş, bilmiştir.
Gerçek dediğimiz, kültürel, ailevi, genetik, çevresel,
küresel koşullanmaların kişisel bir kaptaki yorumu, sindiriminden ibaret. Algılayandan-kullanandan
bağımsız, tek başına ayakta duran bir gerçek
yok. Yoksa birilerinin cenneti başkalarının cehennemi olabilir miydi? Aynı
kişiye birileri tapınırken, bir başkasına tapınanlar ondan nefret edebilir
miydi?
Vesaire.
El örgüsü olması gerçekliğin ağırlığını, yücelticiliğini,
iç kapayıp açıcılığını, sürükleyiciliğini zerrece etkilemiyor elbette. (Ne de
bunlar temelindeki davranışların gerçek sonuçlarını, yaptırım gücünü, bağlayıcılığını.) Bir his, izlenim, kanıdan
ibaret olduğunu bal gibi bildiğin şeyin etki alanına girdin mi giriyorsun.
(Beyin açısından, duyularla algılanan ile tahayyül edilenin tetiklediği
fizyolojik tepkiler arasında bir fark yokmuş.)
Girdaba kapıldım mı bastığım zemin ayağımın altından
kayıyor. İçim kıyılıyor. Teknemi, gövdemi fırtına bulutuna dalmış pırpır uçak
kadar kuvvetsiz, biçare hissediyorum. Dipsiz bir karanlığa yuvarlanıyorum.
Dipsiz ve dişsiz –tutunacak, güç alıp bulunduğun yerden daha yukarı tırmanacak
yanı olmayan bir boşluk. Zamanı benden önce yutmuş; öncesiz ve sonrasız ve bu
haliyle sonsuz gelen.
Bu haliyle sonsuz gelen ise, birkaç saat, gün, hafta
içinde değişiyor, dağılıp sahneyi bambaşka şeylere bırakıyor.
Cehennem kapısındaki tokmağı bir dahaki vuruşa kadar.
En güçlü tetikleyici, kısa kalmak, varsayılan bir ölçüte
göre yetersiz olduğum kaygısı. Kendime ölçüsüzce yüklenmek de işleri hiç
kolaylaştırmıyor. “Adım Hıdır..” deyip sakince orada bırakamamak.
Sabah yürüyüşünden: Kaldırım kenarında bol yağlı bir sinek
*
Kardeşim bunu bir sinyal yükseltici oluşuma bağlamış –hiç
öyle bakmamıştım. Madalyonun aydınlık yüzünde, ufak bir uyaranı güçlendirerek
yakıt eden, sinekten yağ çıkaran yanım var. Gerçekten de algı alanıma şöyle bir
değip geçen şeyi nabzımı hızlandıran bir uyarana çevirebiliyorum. Bende nefes
almak kadar doğal olan bu şeyin öbür yüzü pireyi deve etmek.
*
Ya sizin cehennemleriniz nelerden müteşekkil?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder