Ben de
(anam babam, oğlum kızım, komşum, komşumun tanıdığı da) demeden dinle beni. Kafanda
söylenmeye hazır bekleyenler, lafımın bitip bitmediğine bile aldırmadan atılma.
Biliyorum, bu bir ilintilenme yolu senin için. Ama öyle
olmuyor. Konuşan dikkat istiyor. Boş (içi kendiyle dopdolu olmayan) bir kap misali
dikkat. Açık ve açıklık, alan sunan. Sen ben
de (ıdımın dıdısı da) diye sözü kaptığın gibi araya giriverdiğinde hayır, o
dikkati SEN bana ver deyip öne çıkıyorsun. Sahne bir anda senin yaşadıkların,
yorumların, anılarınla doluyor.
Sus, geri çekil, kulak ver, işit.
Ben
de dediğin
an kaynayan süte limon sıktığını bil.
Böyle yaparak beni kendi (dolaylı ya da dolaysız)
bildiğinle ölçüp biçiyorsun. Acı mı çekiyorum, e sen de çekiyorsun. Sıkıntı mı,
o ne ki, sende alası var.
Ama bu bir yarış ya da parsayı (tedavüldeki dikkat) kapma
çabası değil ki. Kendinle transından 24 saatliğine bir çık da sana doğrudan
seslenen-seslenmeyen herkese, her şeye böyle kulak kesilmeye bak. Gördüğün,
öğrendiğin şeylere değecek. Dikkatin, araya sokup durduğun kendinle bulanmadan
odaklanıp güçlendikçe ben de ben de diye ortalara atılmasan da dikkat açlığının
azaldığını göreceksin belki.
Bırak şu en zoru benim başımda/ydı dayatmasını,
kıyaslamaları. İkimiz de alt tarafı nezle bile olsak bunu yaşama biçimimiz
bambaşka. Senin yaptığın fersahı kiloya vurmak, dönümden çıkarıp kilobara
bölmek.
Araya kendini sokmadan alan tanı.
*
Buraya kadarki bütün sen ile benlerin yerini
değiştirebilirsin. Çünkü sende kendimi de görüyorum.
Dediğim, ben aynana bakarken sen de aynamdaki kendini
görüver.