Bir güzel arkadaşım kitaplığının karşısında durmuş, beni
düşünüp hissetmiş, seçtiği kitabı armağan etti: Yunus Emre.
Görüşmeyeli aylar olduğu halde eğilimimi, Anadolu
kültürüne ilikten duyar olduğum yakınlığı, ilgiyi sezmiş gibi. Debelendiğimiz kör dövüşte
bu topraklarda boy vermiş iyi filizlere duyduğum ihtiyacı sezmiş..
Kitabı bağrıma basarak eve geldim. İşi gücü bitirip güzel
bir ışık altında ayaklarımı uzatıp onu ve gönlümü açtım, okumaya koyuldum.
Anadolu’nun bir kez daha altüst olduğu bir devir. Moğol
akınları, Selçuklu Devletinin yıkılışı, kıtlık, kuraklık, yağmalar, açlık. Ve
bu kapkaranlıkta doğan apaydınlık. Olanca hümanistliği, bir yanda alabildiğine
pragmatik, diğer yandan sonuna kadar ruhaniliğiyle tasavvuf erbabı.
Irmakta yıkanıp güneşte kurutulan bez sadeliği, temizliği
derken..
Batıni ile zahirinin Zen koan’laşarak bir araya
geliverişi.
Dilsizler
haberin kulaksız dinleyesi
Dilsiz
kulaksız sözü can gerek anlayası.
Dinlemeden
anladık anlamadan eyledik.
Gerçek
erin bu yolda yokluktur sermayesi.
Azık çıkınının içinde bir akıllı telefon bulunmayacak, gönülden akıllı bir Yunus, sıkışıp kaldığımız köşenin ötesinden neleri nasıl
görürdü kim bilir?
Sağır
işitmez sözü gece sanar gündüzü
Kördür
münkirin gözü âlem münevver ise.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder