15 Ocak 2017 Pazar

VİPASSANA

Farkındalık meditasyonuna başlayalı üç yıl olmuş. Artık babamla olmak üzere onun evine döneli de.

İkincisi için yüksek öğrenim diyordum. Hayatını alıp başka bir hayatın yanına taşımak. Bir yeniden yontulma, kameraları başka açılara, yüksekliklere yerleştirme, düşen ışıkları farklılaşmaya bırakma zamanı. Yoğun bir öğrenme vakti.

Bunun farkındalık meditasyonu için de geçerli olduğunu çok geçmeden anladım.

Ucu açık, beklentinin yerini giderek saflaşan bir ilginin aldığı bir süreç. Kendince verdiği meyvelerin benim de kendimi verişimi gönüllü kıldığı, doğallaştırdığı bir süreç.

Sen yoluna devam et. Güneş açar, yağmur yağar, tipi çıkar, hava ısınır, buz keser.. İçinde dışında ne olursa olsun devam et. Yürüdükçe açılan, anlamlanan, dinamo gibi kendi enerjisini üreten bir yol bu.

Görünürde hiçbir şey değişmediğinde de dipten dibe aynı kalan şey olmadığını bildiğin, duyduğun bir gidiş.

Sonra küçük flütle müzik de geldi, bu ikisine eklendi. Kendimi bir de ona verişimle tema çeşitlendi.

Amaç, yaptığının kendisi; bunun gelecekte neye evrileceği ikincil. Anda ne varsa onunla hemhal yaşamak –bazen bunu yapabilmekten ışık yıllarınca uzak olmak da dahil, o anın içeriğiyle olmak.

Halanı takmak eğiliminde olduğun her tür bıyıktan azat etmek!

Bunun en saf halini müzik öğretiyor. Flütü elime aldığım an içimdeki bir an önce olsuncu, eleştirmen, kılı kırk yaran vs kenara çekiliyor. Arada bir komşular için üzülmenin dışında sadece yaptığım var. Her Allahın günü Sisyphos’un kayası gibi tepeye yuvarladığım alıştırmalarda zaman, nefesini üflediğim notadan ibaret kalıyor.

İnsan kendini tümüyle verdiğinde sabra gerek kalmadığını öğreniyor. Sabır hoşlanılmayan, tercih edilmeyen, sıkıntı veren bir şeylere katlanma gücü. Yaşanan ana direncin ortadan kalkmasıyla birlikte o da yerini oluşa, akışa bırakıyor.

Bu elbette böyle anlatıldığı gibi düz, pürüzsüz bir gidiş değil. Vahşileştiğim, keskinleştiğim, kuruyup soğuduğum, tahammülü yitirdiğim de oluyor (müzikte olmuyor).

Meditasyonun usul, gösterişsiz meyvesi o vakit belirginleşiyor. Dingin, yansız ama anlayışlı bir tarafım kabarıp köpüreni izliyor, ona ayna tutuyor. Sorusunu ben dile döküyorum: “Böyle mi olmak istiyorsun? Öfkeli, kopuk, hayatla kavgalı? Körelip köreltmek mi istiyorsun?”

Soruyu tatlılıkla sorabilmek ışığın geri gelebilmesi demek. Rahatlayıp bıraktığım yerden ana dönmek, tabağımda ne varsa (mutluluk, sevinç, kaygı, boğuntu, heyecan, umutsuzluk, sıcaklık, kucaklayıcılık) ona eğilmek.


Böylece sürüp gidiyor üç dalda yüksek öğrenim, yavaş yavaş daldan hayata atlayarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder