26 Mart 2013 Salı

LÖNK


Evin yan tarafı artık yamaca bakmıyor. Oraya kadar uzanan arazi, dere yatağını da içine alacak şekilde orman idaresinden “kurtarılmış,” parsellenip satılmış. Makilik, çamlık toprakta birbiri ardına kızıl çukurlar açılıp alelusul kiralık evlerle dolduruluyor.

Gözü şu önümüzde iç eriten bir letafetle uzanan Batı Koyuna kapalı, hızlı paraya açık yapılar.

Herhangi bir kasabada, varoşta da olabilecekler. Konumuyla etkileşime girmemiş, kopuk, kendiyle başlayıp biten dört duvarlar.

Çalışma saatleri boyunca yerin cennetsi sessizliği küfür niyetine dikilen orta parmak misali yükselişlerinin gürültüsüyle parçalanıyor.

Ama olan bu.

Peki ben nasıl karşılık verebilirim?

Halama bıyık takmaya çalışmak akla ilk gelen olur. Görgüsüzlüğe, maruz bırakıldığım çirkinliğe tiz ağıtlar düzüp kendimi tepsiye yayılan ak pirinç gibi çeri çöpü, taşından ayıklayıvermek. Söylenip sızlandıkça ilkten şöyle bir rahatlasan da bedelini gücünden olarak ödemek.
Olana ucuz bir refleksin ötesinde bakıp edilgenlikle azalmadan yaşama gücünden.
Tersine gelen şeylere rağmen değil, onlarla birlikte yaşama becerinden.

(“Her şeye he mi diyeceğiz yani?” Söylenmekle kalacaksan tepkini başka bir yaklaşımda eritmek daha iyi değil mi? Yok onunla kalmayacaksan da nefesini eyleme dökmek? Hem ağlar hem gider şu dokunaklı halden bir yol çıkmak?)

Bana kalsa farklı olmasını isteyeceğim şeyleriyle de beslendiğim bu kazanda daha nice renk, uyaran, derinlik var. Neden batan yanlarıyla sınırlanıp kendimi aciz bir seçkinliğe kapatayım?

*



Bugün yeni inşaatların önünden yürürken kayaların çatlaklarında bulduğu bir avuç topraktan çıkmış çamlara baktım, baktım.

Ama, keşke bilmeyen dolaysız yaşam gücüne.

Bitkilerden ilham almak çok mu basitleştirici?

Yoksa bütün işi vırvır edip gücü bölen kısır düşünceyi budayarak kalanı gürleştirmeye mi yönelik?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder