Güzün neredeyse ortası, kentten, kentlilikten uzak sakin günler. Elendikçe durulan zihin. Peşi sıra yalınlaşan duyuş. Yürür, yüzer, otururken şu düşünce, bu algı, o kavrayışa içimde pekişen bir ahenkle konup kalkıyorum.
İnsanın huni misali dolması güzel şey: Dört koldan, rengarenk girdiyle ama incelip birleşen bir yoldan beslenmek.
Güzel.. Nerede güzel dediğimiz? Ne hallerde açık ediyor kendini? Daha hangi hallerde saklı da işte orada durup biraz daha bakmayı, hazırlopun ötesine geçip diplere inmeyi istiyor?
Kabukla kalmayıp etine, özüne doğru biraz indiğimde ayırdına vardığım bir şey de Güzel’in tek bir an ile sınırlanmadığı oldu –oturmuş, kuş görene kadar gevşeyip yayılan kedi benzeri telaşsız, hedefsiz bir zihinle yıldızları seyrediyordum. Zevkle dinlediğim bir piyanistin durduğu yerde güzel denmeyecek yine de güzel bulduğum ellerini, nerede güzelleştiklerini düşünerek. Müziği kulağımda canlandı. Sesleri işleyişi. Arayıp bulduğu armoni.
Güzel’i bazen de takip etmek gerek diye doğruldum. Evet! Onunla birlikte devinmek. Durağan haliyle yetinirsen kaçırıp yazık edeceğin bir hali de kendini ancak harekette sunuşu çünkü. Elbette!
Hazır güzelin pasif alıcısını değil, arayan ve bulan aktif alıcıyı istiyor öylesi.
Önünden geçerken atlayıp kapıverdiği kuş ağzında, bıyıkları hazla titreyen kedinin hoşnutluğuyla gerisin geri kaykıldım yerimde. Yıldızları seyretmeye devam ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder