Patlamalar halinde esiyor rüzgar.
Ortalık süt limanken kopuyor, birkaç saniyede masa iskemle uçuracak şiddete tırmanıyor, sonra geldiği gibi diniyor.
Yeknesak gidişe serpilen bu güçlü-geçici anları, iri, beyaz bir ineğin siyah beneklerle bezenmesine benzetiyorum.
Kuvvetle savrularak kendimi dar attığım konser salonunda Beethoven’un Üçlü Konçertosu da dün rüzgarla aynı şeyi fısıldadı-gümbürdedi kulağıma:
Ol!
Bırak tutarlık peşinde koşmayı, geçişleri yumuşatmayı, her şeyi hiçbir şey olmayan bir fonla “uyumlu” hale getirmeye çalışmayı. Tanımlara göre yaşamayı.
Şartsa tanım, tersi olsun; önce yaşa.
Es!
Ürkme ani kopuşlardan. Hangi noktaya ne şiddetle tırmanacaksan tırman.
Kaçırma sırtına atladığın gibi nereye götürecekse gideceğin esintileri.
Soyun kelimelerden, kavramlardan, burnuna herkesten önce insanın kendinin dayadığı hazır reçetelerin hükümlerinden.
Hayvani bir doğrudanlıkla hisset.
Martı rüzgarı nasıl hissederse öyle.
Yaşam gücü orada bir yerde çünkü.
Dili ayakkabı gibi çıkarıp bıraktığın eşiğin öte tarafında.
Geç!
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder