20 Kasım 2010 Cumartesi

YANSIT-MA!

Birine iyi nitelikler boca etmek, sonra da karşısına geçip gözleri kamaşmaya bırakmak yekten kötü şey değil.

Kızılı sıradanken baldırda parlatılmış elma gibi alımlı hale getirmek.

Yansıtma.

Gördüğün sensin düsturu doğru ise, görmez olduğun kendi niteliklerini kendi karşına çıkarmanın bir yolu. Hatırlamanın. Böylece de yeniden seferber etmenin, hayata geçirmenin.

Bunu tehlikeli kılan, projektörü unutup perdeye dört elle sarılmak. Perde beklenen cevabı veremediğinde de (nasıl verebilsin ki?) sırça gibi tuz buz olmak.

Gündelik düş kırıklıklarından ruhun dipsiz karanlıklarına yuvarlanıvermeye, engin bir yelpazede durmadan olan da bu değil mi?

O halde yansıt. Film seyreder gibi mesela. Nasıl ışıkları kıstığın gibi divana şöyle bir yayılıp seyirciliğine ortamı hazırlayarak sürdüğü sürece kendini gözünün önünden akıp akıp gidenlere bırakıyorsan, öyle. Bittiğinde kalkıp işin gücüne dönmek üzere.

Yoksa yansıtma!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder