Doğu rüzgarı denizin ışıltısını pul pul yayıyor. Tuzuyla kurumaya bıraktığım tenimde sonbahar güneşinin tatlı sıcağı. Tek bulutsuz gök. Sakin renkler. Akdeniz.
Patricia Barber imbiğinden geçmiş Triste’yi dinliyorum. Geçirdiği ne olursa olsun, öbür ucunda kendine özgü bambaşka bir şeye dönüştüren bir imbik bu.
Barber’ın elinde Triste adı gibi başlıyor. Usul usul değişiyor, seçilemeyen bir eşikte tersine, dizginlenmemiş bir yaşam gücüne dönüşüyor.
Müziğiyle karşılaştıklarımdan Patricia Barber.
“Karşılaşmaya” benim yüklediğim anlam, anahtarın kilide oturması –ve klik!- açılan bir kapıdır. Bir insan, yaşantı, sanat eseriyle,.. yüz yüze gelirsiniz. Ondan ta çekirdeğinize giden yolda kapılar, geçitler hizalanır. Karşı karşıya olduğunuz uzanır, ham algınızdan başlayarak duygunuzu, sezginizi, derken işi kese biçe, parçalara ayıra anlamak-anlamlandırmak olan aklınızı içine alarak gider, bamtelinize dokunur. Güzergahı daha kısa, etkisi tek bir fiille sınırlı olan “beğenmekten” böylece ayrılır karşılaşma. Kat kattır. Tek bir anında bir şekilde dokundurup canlandırdığı geçmiş vardır. Ve henüz şekillenmemiş, sadece nüvesiyle mevcut algınızla gelecek. Sıkı yaşantıdır karşılaşma. Yoğun. Ayrıntılarını hatırlamadığınız derin bir düşten beslenmişlik hissiyle uyanmayı andırır.
Bir kez karşılaştığınız şeye alanı boşaltırsınız. Kapının arkasında bekleyen mutat tepkilerinizi, hazır (ve tabii bayat!) fikirlerinizi bir yana iter, algınızın taze taze üretildiği “boş” bir alan açarsınız ona. Lafını, yolunu kesmeden olacağını olmaya bırakırsınız. Pek sık yaşanmayan şeydir haliyle. Sonu da ziyadesiyle ödüllendirici. Konusunu, vesile olanı aşarak size lekesiz bir açıklıkla algılanan şeyin (her şeyin) nasıl bir zenginlik olduğunu öğretir.
Her şey gibi bu da sizde başlar, sizde biter elbette. Doğru dalga boyunu yakaladınız mı bira şişesini açmak gibi sıradan bir iş bile karşılaşmaya dönüşebilecekken tersi de pekala geçerlidir: Dış kapınız kapalıysa isterse sanatının devleri gelsin, oracıkta kalır.
Benim için oracıkta kalmayanlardan Patricia Barber. Mandalı indirdiği gibi içeri giriyor. Gerisi, karşılaşma.
* * *
Keith Jarrett, “başka şeylerin” (yazmak, felsefe..) müziğinde ne kadar önemli olduğu sorusuna “müzikten daha önemli” diye karşılık veriyor: “Sanat ve bazı müzik çevrelerinde sık rastlanan bir yanlışlık: Müziğin müzikten geldiği düşünülüyor. Bebeğin bebekten geldiğini söylemek gibi oysa bu. Müzik, bütün bir sürecin son ürünüdür.”
Patricia Barber bu yaklaşımın örneği. Ruhunu dört koldan besliyor. Geniş bir edebiyat ve şiir birikimi var. Dinlediği, çalıştığı, incelediği müzik yelpazesi bundan geri kalmıyor. On (piyanoyu yalınayak çaldığı düşünülürse yirmi) parmağıyla dilin, müziğin, güzel sanatların ve (Satori’ye nasıl ulaşırım diye soran müridine “bulaşıkları yıkadın mı?” yanıtını veren Zen ustasını gülümsetecek şekilde) “gündelik hayatın” içinde (meyve-sebzesini kendi yetiştirdiği bir bahçesi var).
Rüyalarla ilişkisini sorulduğunda “düşlerle ilgilenmiyorum. Uyanıkken zihnim dört dönüyor, şeyleri ilginç biçimlerde evire çevire alternatif gerçeklikler araştırıyor. Müziğin düşsel bir şekilde yazılabilmesi için alışılmadık ya da tuhaf senaryolara odaklanıyor” yanıtını vermişti. Bu sivrilmiş ilgi, dikkat ve açıklık ile gerçekten de müziğine hayret verici bir başarıyla düşlerin yoğunluğunu katıyor. Tıpkı tensellikle entelekt gibi, düşsellik ve gerçeklik de müziğinde iç içe.
Hakkında hiçbir şey bilmeden ilk dinlediğim albümü, Ovid’in Metamorfozlarından esinlenerek bestelediği Mythologies albümü olmuştu. Düşlerle ilgilenmediğini söyleyen birinden beklenmeyecek şekilde arketipik bir düşün etkisini uyandırdı. Ne nasıl oluyor anlamadan çarpıldım. Anladıkça da sığlaşacağına derinleşti.
Kendi sesini arayan ve bulan Patricia Barber işte böylece “karşılaştığım” sanatçılar arasına girdi.
THE THING I CALL ENCOUNTER AND PATRICIA BARBER
Clear sky. Calm colors.
Another Mediterranean sundance!
The east wind spreads out the glimmer on the sea. On my salty skin is the sweet warmth of the autumn sun, I am listening to Triste as rendered by Patricia Barber. Under her hands Triste begins as its name would evoke and then subtly becomes an upwards spiraling liberation, to end as it began. Her interpretation is as always deeply transforming.
Patricia Barber is one of those artists I experience an encounter with.
What I call an “encounter” is the matching of the key with the lock and –click!- the opening of a door. In an encounter with a person, experience, work of art, doors and doorways are aligned. The subject of the encounter reaches your perception, feelings, intuition and finally your intellect, and touches the very core of your being. It nourishes both the senses and the intellect. The psychological layers covered in an encounter are what differentiates it from mere admiration, the range and effect of which is limited by definition. An encounter is layered. A single instant of it encapsulates all the somehow revived past, present and the dimly intuited future. And it is an intense experience not unlike awakening from a charged dream with a feeling of being richly nourished.
Leaving all of your ready-made (and therefore inadequate) reactions, opinions aside, you make room to what you encounter; an empty space where your perception becomes highly receptive. You simply let it be. An encounter is a rare occurrence and correspondingly rewarding. Going beyond its subject, it teaches you what richness such an openness might be.
Like in everything else, you are the key. Getting the right wavelength, even the most mundane of the tasks such as opening a beer bottle might be transformed into an encounter. The opposite is equally true: if your door is closed, may the giants of their arts come, they couldn’t step past your threshold.
This is not the case with Patricia Barber: the door is opened. And the rest is encounter.
*
On the question about how important the “other things” (writing, philosophy..) were to him, Keith Jarrett says that they are more important than music. It’s one of the frequent fallacies in the circles of art and maybe music also, he says: They think that music comes from music. But it’s like saying that babies come from babies. Music is the end product of a whole process.
Patricia Barber is another convincing example of this approach. She nourishes her soul from the most various sources including literature, poetry, fine arts, philosophy, not to mention her broad musical spectrum. But, sophisticated as it may be, all this being just one aspect of existence, she doesn’t neglect the earthly side of life either. Taking plenty of time for the grounding exercise of gardening, for instance, she grows her own vegetables. (Which reminds me of the famous Zen story about the Master saying to his disciple who asks him how to attain Satori: “Are you done with the dishes?” and to the disciple’s negative answer: “Go and wash them!”) Thus covering all the major aspects of living, she leaves no untouched area as she also does with the keyboard.
To the question about her relationship with dreams (whether she uses them as an inspirational source) she answered, “I believe my mind wanders a lot when I'm waking and considers alternative realities, turns things around in interesting ways. Concentrating very hard on unfamiliar or strange scenarios in order to write music can be dream-like. That's probably all I can handle.” Her keen interest and attention bring indeed to the music the intensity of dreams astonishingly well. Just like sensuality and intellect are intertwined in her music, so are the dreamlikeness and reality.
Her first album I’ve heard without knowing anything about her was Mythologies based on Ovid’s Metamorphoses. Surprisingly for someone who isn’t interested in dreams, her musical intensity affected me the same way as an archetypal dream. Without grasping what is going on and how, I was struck. And the more I “understood” the more it deepened instead of becoming shallow.
A musician who avoids being popular in order to stay loyal to her own voice, Patricia Barber joins the artists with whom I experience that thing I call encounter.
Muito bem, Seda. Parabéns!
YanıtlaSil