İlgiyle okuduğum bir kitabı hatırlamaya çalışırken geriye pek bir şey kalmadığını fark ettim. Vereceğini verip uçucu bir mürekkeple yazılan mektup gibi silinip gitmiş. (Yine de kanadından tutmak, hızlı bir tazeleme için bir yöntemim var. Tabletten okuduğum kitaplarda altını çizdiklerimi kendime postalıyor, bunu yazar ve kitap adıyla bir “Alıntılar” dosyasına kaldırıyorum.)
Şu şöyle, bu böyle olmalı yollu dış referanslara göre
yaşamadığın yerde kendi patikanı açıyor, başkalarının haritasında yer almayan
güzergahlardan ziyaretçisi pek seyrek noktalara yöneliyorsun. Kendini onunla
bununla kıyaslamadan, geçerliğini mesele etmeden.
Okumak, araştırmak, ilgi ve merak nice zamandır ansiklopedik/metodik
bir birikim (ve yığıldıkça katılaşan hükümler) değil benim için. Işıltılı
vitrinlere yerleştirilecek, ahkamı kesilecek şeyler değil bilgi nesneleri. Falanca
demiş ki, vaka filancanın da buyurduğu gibi.. Düşünce silsileleri böyle
başlamıyor.
Kitaplar, fikirler, çalıştırmayı aşkla sevdiğim intellekt’e
idman yaptırmada kullandığım dambıllar, direnç bantları daha çok. Kaslarımı
gürbüz tutacak kaya tırmanışları, kafamın içine hoşluk yayacak düz ova
yürüyüşleri, dere kenarı piknikleri.
Nasıl dambıllarla dolaşmıyorsam kitapları da kafamda
taşımaya gerek yok. Fırça suya batırılarak yapılan kaligrafi misali silinip
gidebilirler -ve gitsinler de zaten!
Hayatla doğrudan temasta hiç susmayan, sesi kısılmayan
bir radyo gibi işlemesin intellektim.
Ama ben onu alayım, kasap bıçağı gibi, flüt gibi
işleyeyim. Açılsın, esnesin, kıvraklaşsın. Bana cevaplar değil sorular sunsun.
İşini görüp görüp geri çekilsin.
Öylesini seviyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder