Önce sesler. Sessizliğe tutam tutam serpilen sık, sert kanat
sesleri. Saniyeler sonra, dövdükleri, hayat verip ehlileştirdikleri havada
(lekesiz, derin mavi) güneşi tüylerinin alacasına göre süzen kanatların tam
anlamıyla uçucu ışık oyunları. Işık saçan beyaz üçgenler, beyazdan siyaha
külrenkleri, çırpınan kahverenkleri.
Sabah idmanında güvercinler.
Onlardan önce dikkati böyle birden havalandırmayan
çalkantısız yaz sabahına saçılan çılgınca hareketleri.
Taklalar, pikeler, formasyon uçuşları, süzülüş. Yönü
durmadan değişen spiraller, daireler, yaylar çizerek göğü kafası iyi bir
ressamın tuvaline çeviriyorlar.
İçim gülerek ayağa kalktım. Jakarandaların öte yanına,
kuşları bir bir havaya salan uçurucuya el sallayıp seslendim.
“GÜNAYDIN! Güvercinleri siz besliyorsunuz, keyfini ben
sürüyorum.”
Yanı başımızdaki evin çatısında bir hava üssü var. Çok
hareketli. Buradakilerin işi saldırmak, öldürmek, yıldırmak, dize getirmek
değil.
Sadece yaşıyor, yaşatılıyor-yaşatıyorlar.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder