26 Ekim 2013 Cumartesi

SELEUKIA

Vurmaktan çok dağ bayır dolanmayı seven avcılar gibi, tüfek yerine de boynuma kamerayı asıp sabah yürüyüşüne çıktım. Ne çıkarsa bahtıma!

İki koyu birleştiren düzlüğe daldım. Son yağmurun birikintileri hâlâ çekilmemiş; toprak, geçirgen olduğu yerlerde kuru, çıtır çıtır, sonra neredeyse balçık. Kara, kızıl, fildişi yamalarında kızıl-turuncu, sarı soluk, yeşil çalı, çayır, dikenler. Bitki örtüsüyle dokusu da çeşitlenen bu renk şenliğinin çam ve maki kaplı tepelere kadar halı gibi yayılışını sindire sindire yürüdüm.

Birikintilerin etrafından dolandım. Bir yandan foto çekiyordum ama bana vites atlatan, ateşimi körükleyen bir şey yoktu henüz. Çalıların altındaki cam kırıklarıyla oyalandım biraz. Kafamdaki bir tasarıya yakındı. Ama Alex ve filtrelerinin baş edeceği iş; boynumdaki ufaklıkla olmaz.

Rasgele batıya saptım. Çerçöp sıklaştı. Denizin, ardından rüzgarın attığı naylonlar. Seramik kırıkları, boru parçaları, teneke kutular, renkli plastik şişeler.. Derken bütün bir klozet! Bembeyaz. Yan yatmış. Güldüm. Öyle saçmaydı ki. Çevresinde dolaşıp orası burasından baktım. Bir açıdan gölgelerin de yardımıyla ağzı açık modern bir kadın heykelini andırıyordu. Mutsuz ölmüş, oracığa serilip kalmış. “Toprağı bol olsun” fotosu öyle çıktı.

Birkaç metre ilerledim ilerlemedim, yeşil camı, arkadan vuran güneşi etrafına dağıtan bir maden suyu şişesi ile öbek olmuş beyaz-mavi, sarı plastik parçalarına rastladım. Plastiklerin lime lime uçlarının azgın denizde dalga başları gibi hareketlendirdiği, gür ışıkla uçuculaşan enfes bir öbek!

Bir anda keskinleştim. Düşmüş bir kuşun başındaki kedi gibiydim artık. Avını bulmuş.

İştahla giriştim. Plastiği er geç yutmak üzere çevreleyen organik örtüyü kadraja sokup çıkara çalışırken çağrışımlar art arda çakıyordu. Galaktik bulutlar, Şerublar. Tayfur Sanlıman’ın, Utku Varlık’ın uhrevi ışıkları.. Gözümün önü ve arkasında plastik ve çöp dalga dalga dönüşüyor.

Olan buydu.

Sonradan fotoların başına oturduğumda ayrı eğlendim, düşündüm, güldüm.

“Bunlardan bir dosya edip Bienal’e başvurmalı. Benden kötüsünü mü bulacaklar?”

Mesela albüme kapak seçtiğim kare. Plastikle birlikte yırtılmış Silifke yazısı olanı. Bu foto ile serinin bütününe daha afili durması için yerin tarihteki adını vereceksin: Seleukia!

Sonra tabii kasıntılı, kulağa entelektüel gelen, aslında torba dolusu laftan öte bir şey olmayan bir metin patlatıp ekleyeceksin. Organik ölümün seramik tınısından vurup doğayla plastik çekişmenin transandansından çıkacaksın.

Gazı “eserine” laflarla vereceksin. Çünkü şimdi artık öyle. Kabındaki sanat sade suya tiritken ruhu arkadan, laflar-laflarla örülü ilave paketinde geliyor. Bağırsakları çalışmayan hastaya taktıkları harici torba gibi.

Kuru tozu al, paketle birlikte verilen şerbete bir zahmet kat, kendi meşrubatını kendin et.

Ben bu sabah yürüyüşünde tozu da çöplerden kendim öğüttüm.

Çağın ekstravagansı sayesinde iki kat sanatçı oluverdim!


.

20 Ekim 2013 Pazar

GÖLGELİ YÜRÜYÜŞ



Aldık gölgelerimizi, yürüyüşe çıktık.

Bir önümüz sıra, bir peşimizden, bazen yanımızda, güdükleşip uzaya, koyula açıla bizimle geldiler.





























Bu akşam ve hayat boyu.

6 Ekim 2013 Pazar

GÜNEYDEN





Böyle bir zamandı.

SARDUNYALAR

Hepi topu deniz rüzgarlarıyla perişan bir çiçeklik dolusu sardunya. Ama oraya buraya sıçramadan can kulağıyla dinlediğimde derinleşe derinleşe ne çok şey anlatıyorlar.

Fotograf çekmeyi bunun için seviyorum.

Anda kalmayı öğretiyor.

3 Ekim 2013 Perşembe

ÇITIR ÇITIR

Çıtır çıtır gevremiş, ufalanmak üzere güz yaprağı misali bir hal. Özsuyu çekilmiş, zamanın, olanakların sonuna gelip dayanmış gibi kuru bir telaş. Yetişememe, yetememe kaygısıyla sinirler de çıtır çıtır. Durup derin bir soluk alarak etrafa, duruma şöyle bir sakin bakıp adımlarını geniş, esnek atmak yerine geçip gidene takılma, kendi üzerine kapanma.

Körlemesine bir debeleniş.