24 Temmuz 2024 Çarşamba

ULTRASONİK AYDINLANMA

Boynum boyunca kayan alet arada birden duruyor, tavşanın kokusunu almış tazı gibi avını kokluyor, iki nokta arasını işaretleyip kayışına devam ediyordu. Kumandası başında oturan kıvırcık altın saçlı uzmanın sesi açmasını beklediğimi fark ettim. Sesi anlamlı işleyişlerin taranmasında bu benim en hoşuma giden fasıl. Ve açtı. Vücudumun gümbürtülü müziğini o gün ikinci duyuşumdu. Kalp kapakçıklarının kapanıp açıla burgaçlanan hışırtılı homurtusu üzerine şimdi de damarların şarıl şarıl ırmakları. Nasıl bir sesler coğrafyası! Odayı dolduran hacimleri içinde, düşünen aklımı birden küçücük hissettim, zerre zibil. Çok (aslında hiç) bilmişliğiyle araya girip tekere çomak sokmasa sürüp gidecek muazzam bir akışın sırtına binmiş, kıt varlığını onun sürücüsü sanan bir gafil.

Boynumu silerek kalkarken altın saçlı uzmana bu sesler ne kadar büyütülüyor diye sordum. “Yani mevcut işitme kapasitemle vücudun içinde dolanan bir hücre olsam, ortamı fısıltı mı, gümbürtü olarak mı işitirdim?” Hiç sorulmamış bir soru muydu, şaşırdı. “Bilmiyorum ama biz elimizin altındaki düğmelerle açıp kısabiliyoruz.”

Teşekkürler, dedim çıkarken, yere göğe sığdıramadığımız Ben dediğimize bu olağanüstü fabrikanın söylediğini duyuran seans için: Karışma, karıştırma yeter. Ben yaşaman için gerekenleri yaparım.

Tıkır tıkır.

11 Temmuz 2024 Perşembe

VERİM

Şimdi de Mavi Yolculuğa çıkıyorlarmış.

Benim gezmem gerek, diyor. “Ev bana yaramıyor. Evde tek sevdiğim okumak. Hepsi o.”

Bir iki haftaya gözleri parlayarak döner. Heyecanlı, tazelenmiş. Çok geçmez, pazardan körpe getirip dışarda bıraktığın yeşil yapraklar misali yavaşça, sonra birden solar. Söner. Bakışları, bunlara değecek şey bulamaz gibi donar. Hareketleri ağırlaşır.

Yeni bir gezmeye kadar.

*

Denizde sabahlar. Yürüyüş meditasyonunun sudaki karşılığını yaparken zaman sünüyor, kopup anlamsızlaşıyor. Uzayıp giden tek bir an, içine doldur doldurabildiğini. Yerçekiminden azade kalan zihinde gelip geçen düşünceler serbest, berrak. Beni bana gösterişleri ne kadar apansız bazen. Ama yargısızlıklarıyla acıtıcı olmaktan ne uzak. Tıpkı üzerlerinden süzüldüğüm balık sürüleri gibi; görüşümü doldurup boşaltıyorlar.

Meditasyon akışında yüzme yerini yavaş ama ritmik kulaçlara bıraktığında sahne bir kez daha değişiyor. Tempoyu vuran şimdi nefes. Saat gibi. Düzenli. Gür. Kuvvetle ve sonuna kadar verdiğim nefesimin kabarcıklarla birlikte yükselen homurtusu suya giren ellerimin hafif sesine biniyor. Çalıştıkça açılan bir metronom.

Sığda güneşin arada kum balıklarının dolandığı ışıklı oynak ızgaralarını seyrederek çıkıyorum. Teknem okyanusa açılmış kadar doygun.

An’ı bütün varlığını içine salarak dipsizleşmeye bıraktığında yol da sensin, yolcu da. Hareket ve sükunetin içselleşmesiyle elindeki her şey/herhangi bir şey yakıt. Durağanlık yanılsaması aradan çekildiğinde değişiklik arzusu da yersizleşiyor.

Hararetini (hayatiyetini) düzenlemek için dünya para verip çoğunu da havaya saçarak elektrik yakmaya gerek yok.

Yakıtın hava ile su.