Adam işin terzisine gitmiş.
Ruh eşi diktirmek istiyormuş.
Sıkılmışmış çünkü yalnızlıktan. Sesinin yankısını,
cüssesinin gölgesini özlemekten.
Hohladı mı nefesinin buğusunu çıkaracak, ona kalabalık
içinde bir boşluk olmadığını yol yol kanıtlayacak cam misali bir karşılık.
İstediği buymuş.
Terzi ruhunu ölçmüş, aklını biçmiş, kalbinin patronunu
çıkarmış.
Haftaya olur, demiş, Salı günü akşama doğru gel, al.
Ve kolunda iğnedenliği, elinde makas, çalışmaya koyulmuş.
Anıları çağrışımlara eklemiş, düşünceleri duygulara.
Algıları algılarla üst üste getirmiş –ki bunda da üzerine yokmuş; diktiği eşler, şeyleri tıpatıp sipariş sahipleri gibi algılarmış. Yeşili, rutubeti, fasıl
heyetiyle kuru fasulyeyi, denizin suyu, ayın dolununu..
Gününden bile önce bitirmiş. Aslına bakarsanız insanların
ruh eşi diye ısmarladığını yapmanın fotokopi çıkarmaktan farkı neymiş ki? İş
patron çıkarmaya bakıyor, çok daha iyilerinin üstesinden gelebilecek yeteneği,
müşterilerin isteyebildiği ile güdükleşiyor, eh o da, özellikle şu ölgün kış
günlerinde içini bazen sıkıveriyormuş.
Tezgahı toplamış. “Bu da benden olsun” diye kısa kestiği
saplantıları, ilerde sorun çıkarıp dikiş patlatacak öfke fazlasını. Anıların
kırk yılda bir o da belki hatırlanacaklarından oluşan öbeği dükkan zemini için
hazır tuttuğu talaş kovasına boşaltmış. Sindirilmeden tekrarlanıp durmuş deneyimlerdense
son anda kıyamayıp kol ağızlarına biye çekmiş. Güzel durmuş!
Eserini giderayak müşteri çeksin diye ufak vitrinine
asmış.
Kendinden hoşnut, arkasını dönmüşken aklına gelmiş, gidip
alametifarikası saydığı emre amadelik astarını görünecek şekle getirmiş.
Adam Salı günü akşama doğru etekleri zil çalarak içeri
girmiş.
Terzinin meslek odası ruhsatı gereği son iliğini
düğmesinden küçük açtığı eşi kollarında, ikisinin de etekleri zil çalarak
çıkmış, kalabalığa karışmışlar.
.